Thursday, December 6, 2012

Esneklik derinlik gerektirir. - Flexibility requires depth.

Esneklik derinlik gerektirir.  
Flexibility requires depth. 

 Anlamsal derinlik kalıtım seviyelerinin sayısını belirtir.  Kalıtım çocuğun ebeveynin belirli özelliklerini aldığı ebeveyn – çocuk ilişkisini belirtir.  Kalıtım bir sınıfa ait olma ya da parça-bütün ilişkisini de belirtebilir.  Basit bir (maddeci) kalıtım ağacı: Madde – canlı organizma – hayvan – memeli – insan – erkek – Ali.
Semantic depth indicates the number of inheritance levels.  Inheritance signifies the parent – child relation where the child takes(inherits) certain attributes and qualities of the parent.  Inheritance may also signify belonging to a class or part-whole relation.  A simple (materialistic) inheritance tree:  Matter – living organism – Animal – Mammalians - Human – Man – Ali.

 Polymorphism çocuklara kendi kimlikleri değil kendi ebeveynlerinin sınıfları cinsinden muamele etmektir.  Örneğin, eğer sokakta reklam kağıdı dağıtacaksanız tek tek herkesin kimliklerini bilmeniz gerekmez.  Önemli olan yanınızdan geçen ‘insan’lara elinizdeki kağıtları vermenizdir.
Polymorphism is handling children through their parent classes without their specific identities.  For example, you do not need to know the specific name, Ahmet, Mehmet of the person if you are going to hand out a leaflet to every person you see on the street.

 Kalıtım ve polymorphism aracılığı ile anlamsal derinlik eylemlerimize ya da beynimizdeki eylem schemalarına esneklik getirir.
Semantic depth via inheritance and polymorphism brings flexibility to our actions or action schemas in our brains. 

 Eğer bir kişi belirli bir ideoloji ya da dini inanca ‘çok fazla’ kendini adamışsa ve, herşeyi önce sabit referans noktalarına göre görmeğe ve açıklamaya çalışırsa esnekliği (iyi veya kötü) azalır.  Gerçekte sabit bir düşünceye sahip olmak kişinin anlamsal derinliğe sahip olmama olasılığını belirtir.  Anlamsal derinlik biraz daha soyutlandığında bir çok alanda biriktirilmiş kültürel derinlik  olarak değerlendirilebilir.
If a person is ‘too much’ dedicated to a certain ideology or religious belief and, tries to view and explain everything first according to fixed reference points his/her flexibility decreases (for good or bad).  Actually getting a fixed-idee is a simple indicator that that person may be lacking semantical depth.  The semantical depth may be abstracted as cultural depth when accumulated in many areas.

 Türkiye’de halka açık tartışmaların kalite seviyesindeki düşüklük,  iyi eğitilmemiş izleyicilerin seviyesine inmek çabasından çok bireylerin kültürel ve bilimsel derinlikten yoksun olduklarının belirtisidir.  Esneklik yokluğuna yol açan derinlik yokluğu Türk toplum kültüründe çok kötü olarak öne çıkar.  Karşılıklı ödünler vererek anlaşmak, tolerans azlığı, ortak zemin bulmakta güçlük ve,  müzakere beceriksizliği kültürel derinlik azlığının güçlü ipuçlarıdır.
The quality level of public discussions in Turkey may rather be an indicator of the individuals’ lack of cultural and scientific depth rather than a choice to make things simple for the not well-educated audience.  The lack of depth leading to the lack of flexibility is notorious in the Turkish public culture.  The difficulty to make compromises, the lack of tolerance, the difficulty to find common grounds and make negotiation is a strong clue to the lack of cultural depth.

Wednesday, December 5, 2012

Flexibility requires depth.

Semantic depth indicates the number of inheritance levels.  Inheritance signifies the parent – child relation where the child takes(inherits) certain attributes and qualities of the parent.  Inheritance may also signify belonging to a class or part-whole relation.  A simple (materialistic) inheritance tree:  Matter – living organism – Animal – Mammalians - Human – Man - Ali.

Polymorphism is handling children through their parent classes without their specific identities.  For example, you do not need to know the specific name, Ahmet, Mehmet of the person if you are going to hand out a leaflet to every person you see on the street.

Semantic depth via inheritance and polymorphism brings flexibility to our actions or action schemas in our brains. 

 If a person is ‘too much’ dedicated to a certain ideology or religious belief and, tries to view and explain everything first according to fixed reference points his/her flexibility decreases (for good or bad).  Actually getting a fixed-idee is a simple indicator that that person may be lacking semantical depth.  The semantical depth may be abstracted as cultural depth when accumulated in many areas.

 The quality level of public discussions in Turkey may rather be an indicator of the individuals’ lack of cultural and scientific depth rather than a choice to make things simple for the not well-educated audience.  The lack of depth leading to the lack of flexibility is notorious in the Turkish public culture.  The difficulty to make compromises, the lack of tolerance, the difficulty to find common grounds and make negotiation is a strong clue to the lack of cultural depth.


Wednesday, November 21, 2012

Derinlikler - Depths

Derinlikler
Depths

Derinlik “bir yüzeyden aşağı doğru ona dik uzaklıktır”. Aynı zamanda “(basirette olduğu gibi) derinliğine intibak eden veya yoğun, dolu(bilgide olduğu gibi)[1]” anlamına gelir.
Depth is “the perpendicular measurement downward from a surface”. It also means “the quality of being profound (as in insight) or full (as of knowledge) [1]”.

Halk arasında derinliğin yaygın bir algılanışı: “Derinlik nesnelerin yüzeyinde hemen gözükmeyen şeylerdir. Derinlik yüzeyin altında olandır: bir gölün yüzeyinin altındaki su kütlesi, toz toprağın altındaki zengin toprak hayatı, veya basit bir ifadenin altındaki şaşırtıcı muhakemedir [2]”. Derinlik “soyut düşünüş” ile ilişkili kabul edilir.
A common perception of depth in the public is: “Depth is what you do not see immediately at the surface of things. Depth is what is below that surface: a body of water below the surface of a lake, the rich life of a soil below the dirt or the spectacular line of reasoning behind a simple statement [2]”. Depth is considered to be related with “abstract thinking”[3].

Derinliğin tanımına bu populer yaklaşımlar bir yandan anlaşılmayı ve kavramayı kolaylaştırsa da öte yandan sahte bir gerçeklik ve yanlış bir bilme hissi yaratıyor. Bu tanımlar Türkiye toplumunda da çok yaygın ve bunları kullanan kişiler, üst seviyede bazı yöneticiler dahil ne hakkında konuştuklarını gerçekten bildiklerini zannediyorlar.
While these ‘popular’ approaches to the definition of depth makes things easy to understand and grasp, they give a fake sense of the reality and false sense of knowing. These definitions are very common in the Turkish society and people using them, including very high government authorities believe that they really know what they are talking about unfortunately.

“yüzeyde hemen göremediğin şey”’in ifade ettiği biraz genel ve biraz geniş anlam yaklaşımı ilk bakışta
doğru gibi görünse de ölümcül uygunsuzluklara yol açabilir. Bu yaklaşım “yüzeyin altında ne olduğu” konusunda hiç bir anlayış ya da bilgi vermemektedir.
The general and vague sense of depth as “what you do not see immediately at the surface” looks right at the first glance but it may lead to fatal inadequacies. This approach does not give any information, understanding or what so ever about “what is there” underneath the surface.

Denizin derinlikleri bile giderek değişen özelliklere, seviyelere sahiptir, sıcaklık, oksijen ve diğer bileşenler açısından...
Even the depths of water, oceans have gradually changing qualities, layers from the point of heat, water qualities, oxygen and other gas mixtures etc.

Hugo von Hofmannstal dedi ki: “ Kişi derinlikleri saklamalıdır. Nerede? Yüzeyde.” “Bir şeklin yüzeyinin hiç bir parçası en iç nüvesinden dışarıya doğru dışında oluşturulamaz.” Bu Heinrich Schenker’in “Serbest Besteleme[4]” adlı kitabından bir alıntıdır.
Hugo von Hofmannstal has said: “One must conceal the depths. Where? On the surface.” “No part of the surface of a figure can be formed except from the innermost core outward”. This is an allusion from Heinrich Schenker’s music theory book ‘Free Composition[4]’.

Schenker der ki: “Müziksel bütünlük-tutarlılık yalnızca arka plandaki temel yapı ve onun orta ve önplandaki dönüşümleri ile başarılabilir.

Daha çok önceden belli olmuştur ki bir müziksel organizmayla bir insan vücuduna aynı ilke geçerlidir: dışarı doğru kendi içinden gelişir. Bu yüzden organizmalar hakkında dış derilerine bakarak sonuçlar çıkarmak meyvesiz ve yanlış olur.

İnsan vücudunun eller, ayaklar, ve kulakları doğumdan sonra gelişip ortaya çıkmazlar. Benzer şekilde, bir bestede de, orta ve arkaplanla doğmamış bir uzuv bir ince işlemeye dönüşemez.”

Schenker states: “Musical coherence can be achieved only through the fundamental structure in the background and its transformations in the middle ground and foreground.

It should have been evident long ago that the same principle applies both to a musical organism and to the human body: it grows outward from within. Therefore it would be fruitless as well as incorrect to attempt to draw conclusions about the organism from its epidermis.

The hands, legs, and ears of the human body do not begin to grow after birth. Similarly, in a composition, a limb which was not somehow born with the middle and background cannot grow to be a diminution.”

Schenker’in müzik bestelemenin analiz ve tasarım süreçlerine yaklaşımı derinlikleri üç yapısal seviye ile ele alır: arkaplan, ortaplan ve önplan. Bu seviyelerin işlevleri ve karakterleri farklıdır. Arkaplanda tanıtılan unsurlar ince işçilikle, yani süslemeler ve ayrıntıların arttırılışı ile ortaplan ve oradan önplana erişirler. Bu yaklaşım en üst önplandaki unsurların bir işlev kazanmasına veya hayat bulmasına imkan tanır diyebiliriz dilerseniz... Bu yaklaşım müziğe organik bir bütünlük kazandırır ve ona can verir.
Schenker’s approach to the analysis and design procedures in music composition handles depths in three structural levels: background, middle ground and the foreground. The functions and characters of these levels are different. Elements introduced at the background transcend to the middle ground and to the foreground through diminutions, namely ornamentations and the increase of details. This approach enables the elements at the top level-foreground to have a function or meaning if you like... This makes the music get an organic coherence and makes it begin to live.

Schenker’in yaklaşımından başka müzik, boyutları temelinde analiz edilebilir. Ritim, tempo gibi zamansal unsurlar; diklik, ezgi, harmoni, tını etc. frekanssal unsurlar...
Besides Schenker’s approach, music can be analysed on the basis of dimensions. Time related elements such as rhythm, tempo; frequency related elements such as pitch, melody, harmony etc.

Yalnız müzik değil fakat herhangi bir olgu çok boyutlu olabilir.
Not only music but any phenomenon may have multiple dimensions.

Boyutsal analiz Schenker analizinden daha soyuttur. Schenker analizi soyutlama derecesine göre düzenlenmiş üç sabit seviye içerir. Boyutsal analiz birbirinden lineer bağımsız boyutları ele alabilir. Boyutların konumsal olarak sıra ile yerleştirilmesi gerekmez. Boyutların ilişkileri gerekli görüldüğü şekilde tanımlanabilir.
Dimensional analysis is more abstract than Schenker’s analysis. Schenker’s analysis includes three fixed levels organised according to the abstraction degree. Dimensional analysis may handle linearly independent dimensions. The dimensions do not have to be positionally located in sequence. The relations of dimensions may be defined as required.

Boyutsal analiz yine de, herbir boyutu bir seviye kabul ederek yapılabilir. Bu analizi görselleştirmeği kolaylaştırır, düşey görüş sıra ima etmemek kaydıyla. Örneğin, emniyet: hava trafik emniyeti, uçak emniyeti, herhangi bir sınır ve bölgesel güvenlik ve emniyeti sırasal veya işlevsel ilişkilendirilmiş seviyeler ile ele alınabilir.
Dimensional analysis can still be made assuming each dimension as a level. This may make it easy to visualize the analysis, provided that the vertical spatiality does not imply sequence. For example, safety: air traffic safety, airplane safety, any type of safety including border and regional public safety must be designed in terms of levels which may be arranged sequentially or otherwise or both...

Doğru tasarım ve analiz her projenin başarısında hayatidir; artistik, teknik, sosyal, politik, askeri.
Correct design and analysis is crucial in the success of any project; artistic, technical, social, political, military.

Herhangi bir düşünceyi gerçekleştirebilmek, gerçek kılmak için ilk önce altını doldurmanız gerekir.
In order to make any idea a reality, one must fill the underneath first.

Derinlikleri yüzeyin altında saklamalısınız.
You must hide the depths under the surface.

Ali R+ SARAL

REFERENCES:
[1] Merriam-Webster - Definition of DEPTH
1...
2a : the perpendicular measurement downward from a surface
b : ...
3: the quality of being deep
4: the degree of intensity ; also : the quality of being profound (as in insight) or full (as of knowledge)
5: the quality or state of being complete or thorough

[2] Tor Nørretranders, Depth; Response 2011 Annual Question Edge.mht
“Depth is what you do not see immediately at the surface of things. Depth is what is below that surface: a body of water below the surface of a lake, the rich life of a soil below the dirt or the spectacular line of reasoning behind a simple statement”.

[3] DifferenceBetween.net : Difference Between Concrete and Abstract Thinking
“People always think differently. Some may think in concrete terms and some in abstract terms. Concrete thinking refers to the thinking on the surface whereas abstract thinking is related to thinking in depth.

Concrete thinking does not have any depth. It just refers to thinking in the periphery. On the other hand, abstract thinking goes under the surface. A person having concrete thinking looks at the Statue of Liberty and only sees it as a lady with a torch. A person with abstract thinking will see the Statue of Liberty differently. He may think of it as a symbol of liberty and freedom. The Statue of Liberty is just a piece of concrete for the person with concrete thinking and it is a piece of art for the person with abstract thinking.”

[4] Schenker, Heinrich: Der Freie Satz(Free Composition)





Sunday, November 11, 2012

Depths

“One must conceal the depths. Where? On the surface.”
Hugo von Hofmannstal

Depth is “the perpendicular measurement downward from a surface”. It also means “the quality of being profound (as in insight) or full (as of knowledge) [1]”.

A common perception of depth in the public is: “Depth is what you do not see immediately at the surface of things. Depth is what is below that surface: a body of water below the surface of a lake, the rich life of a soil below the dirt or the spectacular line of reasoning behind a simple statement [2]”. Depth is considered to be related with “abstract thinking”[3].

While these ‘popular’ approaches to the definition of depth makes things easy to understand and grasp, they give a fake sense of the reality and false sense of knowing. These definitions are very common in the Turkish society and people using them, including very high government authorities believe that they really know what they are talking about unfortunately.

The general and vague sense of depth as “what you do not see immediately at the surface” looks right at the first glance but it may lead to fatal inadequacies. This approach does not give any information, understanding or what so ever about “what is there” underneath the surface.

Even the depths of water, oceans have gradually changing qualities, layers from the point of heat, water qualities, oxygen and other gas mixtures etc.

Hugo von Hofmannstal has said: “One must conceal the depths. Where? On the surface.” “No part of the surface of a figure can be formed except from the innermost core outward”. This is an allusion from Heinrich Schenker’s music theory book ‘Free Composition[4]’.

Schenker states: “Musical coherence can be achieved only through the fundamental structure in the background and its transformations in the middle ground and foreground.

It should have been evident long ago that the same principle applies both to a musical organism and to the human body: it grows outward from within. Therefore it would be fruitless as well as incorrect to attempt to draw conclusions about the organism from its epidermis.

The hands, legs, and ears of the human body do not begin to grow after birth. Similarly, in a composition, a limb which was not somehow born with the middle and background cannot grow to be a diminution.”

Schenker’s approach to the analysis and design procedures in music composition handles depths in three structural levels: background, middle ground and the foreground. The functions and characters of these levels are different. Elements introduced at the background transcend to the middle ground and to the foreground through diminutions, namely ornamentations and the increase of details. This approach enables the elemnts at the top level-foreground to have a function or meaning if you like... This makes the music get an organic coherence and makes it begin to live.

Besides Schenker’s approach, music can be analysed on the basis of dimensions. Time related elements such as rhythm, tempo; frequency related elements such as pitch, melody, harmony etc.

Not only music but any phenomenon may have multiple dimensions.

Dimensional analysis is more abstract than Schenker’s analysis. Schenker’s analysis includes three fixed levels organised according to the abstraction degree. Dimensional analysis may handle linearly independent dimensions. The dimensions do not have to be positionally located in sequence. The relations of dimensions may be defined as required.

Dimensional analysis can still be made assuming each dimension as a level. This may make it easy to visualize the analysis, provided that the vertical spatiality does not imply sequence.  For example, safety: air traffic safety, airplane safety, any type of safety including border and regional public safety must be designed in terms of levels which may be arranged sequentially or otherwise or both...

Correct design and analysis is crucial in the success of any project; artisctic, technical, social, political and military.

In order to make anything a reality, one must fill the underneath first.

You must hide the depths under the surface.

Ali R+ SARAL

REFERENCES:
[1] Merriam-Webster - Definition of DEPTH
1...
2a : the perpendicular measurement downward from a surface
b : ...
3: the quality of being deep
4: the degree of intensity ; also : the quality of being profound (as in insight) or full (as of knowledge)
5: the quality or state of being complete or thorough

[2] Tor Nørretranders, Depth; Response 2011 Annual Question Edge.mht
“Depth is what you do not see immediately at the surface of things. Depth is what is below that surface: a body of water below the surface of a lake, the rich life of a soil below the dirt or the spectacular line of reasoning behind a simple statement”.

[3] DifferenceBetween.net : Difference Between Concrete and Abstract Thinking
“People always think differently. Some may think in concrete terms and some in abstract terms. Concrete thinking refers to the thinking on the surface whereas abstract thinking is related to thinking in depth.

Concrete thinking does not have any depth. It just refers to thinking in the periphery. On the other hand, abstract thinking goes under the surface. A person having concrete thinking looks at the Statue of Liberty and only sees it as a lady with a torch. A person with abstract thinking will see the Statue of Liberty differently. He may think of it as a symbol of liberty and freedom. The Statue of Liberty is just a piece of concrete for the person with concrete thinking and it is a piece of art for the person with abstract thinking.”

[4] Schenker, Heinrich: Der Freie Satz(Free Composition)





Wednesday, October 17, 2012

Sistem Geliştirme Kültürü

1- DÜZENE UYMAK: Bireylerin sisteme uymak konusunda istekli olmaları gerekir.

2- HÜR ELEŞTİRİ: Sistemden rahatsızlık duyanların özgürce eleştiri imkanları ve onları dinleyen dikkate alan yetkililer olması gerekir.

3- UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: Sistemi değiştirmek için kanuni mekanizmaları işletebilecek işbirlikleri yapmak ve bunun için bir esneklik, hoşgörü ve uzlaşma kültürü gerekir.

4- YAVAŞ DEĞİŞİM: Yetkililerin değişiklikleri adım adım, sistemi sarsmadan yapması gerekir.

5- TAŞ TAŞ ÜSTÜNE: Bir nesil insan ya da yetkili diğer nesil yetkililerin yaptıklarını korumalı, sil baştan yapmadan, bunların üstüne bir taşta onlar koymalıdır.
http://largesystems-atc.blogspot.com/2007/03/ta-ta-stne.html

Monday, September 17, 2012

Düşünce Geliştirme Kültürü

Eğer bir ülkede sık sık kanunlar, yönetmelikler, kurallar çıkartılıp daha sonra değiştiriiliyorsa burada ciddi bir aksaklık vardır. Eğer yaptığınız işi üç yıl sonra yeniden yapacaksanız niye baştan daha enine boyuna düşünüp bir kerede doğru yapmıyorsunuz?

Bir ülkede düşünce ve proje geliştirmeye yönelik sağlıklı bir politika ve kültür yok ise ülke kaynakları boşa akar. Büyük şehirlerimizde kaldırımların defalarca sık sık değiştirilmesi en basit bir örnek. Örneğin Londra’ya gidip bakınız ne kadar eski bir şehir... Sanki onlar da Çin’den taş ithal edemezlermiş gibi kendilerine, kendilerine ait olana sahip çıkıyorlar.

Türkiye’de fikir geliştirmenin önündeki en önemli etken olarak özgürlük yokluğu gösterilir. Doğrudur. Fakat eksiktir. Türkiye özgürlük konusunda 80 öncesine göre çok ilerlemiştir. Ama özgürlüğün etkin hale geçebilmesi için bir başka koşul vardır. Özgürlük baskınlığın olduğu yerde yaşayamaz.

Bu baskınlık yukarıdan aşağı güç ve iktidar sahiplerinden geldiği gibi, özgürlüğün sağladığı imkanları kullananların sorumsuz saldırgan tavırlarında da ortaya çıkabilir.

Türkiye baskınlığa karşı her kesimden her aileye kadar topyekun bir kültürel mücadele açmadıkça sayısız yapbozların kısır çekişmelerin girdabında yıllarını harcamağa mahkumdur.

Ali Riza SARAL

Monday, May 28, 2012

yARATANI YARATMAK


“Candan cana görkemli bir yol var.
Gönlüm uyanık, o yolda sevdayı arar.
Hoştur gönlüm, hoştur – saf bir su gibi:
Saf bir su ışıldar – aya saf ayna tutar[1].


Türkçemizde bir çok kelime, tekerleme var. Diğer kelimelerle pek ilişkisi olmayan... Örneğin ‘tıngır mıngır gitmek’, ya da ‘attaya gitmek’... Uluslararası ortamlarda çalışan büyük sistem operatörleri, mühendisler ya da kontrolörler kahve masasında, günlük hayatta hiç ummadıkları zamanlarda küçük surprizlerle karşılaşırlar, bu tür kelimelerle ilgili... Örneğin ‘kolye’ kelimesinin Fransızca ‘collier’ ile aynı olduğunu bir sohbet sırasında öğreniverirsiniz.

Günlük dille ilgili bu hoş surprizler, zaman geçtikçe, kütüphane ve ‘kahve masası sohbetleri’nde giderek daha derin konulara kayar. Örneğin Badische Landes Bibliothek’te ki Almanların 1000lerce yıl önce yurdumuzda yaşamış Hitit metinlerinin tercümesi...


DINGIR-LIM E-na “in des Gottes Haus” (Tanrının evinde)[2].
At-ta-as ut-tar “des Vaters wort” (Babanın sözünde)[3].
An-na-as DINGIR-LIMas ”die mutter des Gottes” (Tanrının anası)[4].


Özellikle ‘Ana’ kelimesinin çok eski Anadolu kültüründe var olması, üstelik bunun Batı’da yaygın bir bayan ismi olan ‘Anna’ ile benzerliği çarpıcı bazan da rahatsız edici olabilir. Dilerseniz bir de antik
Mısır’da “Ölülerin Kitabı’na’ bakalım.

Nefer – beatiful (güzel) [5] . 7
Neb – lord (tanrı) [6] . 10
Neter nefer mer en neb – the god beautiful, beloved of the lord [7] . 19
Hak - the god Hak (Hak tanrısı) [8] . 69.


Örnekleri çoğaltmak mümkün. Sorun bu benzerlikler karşısında kişinin nasıl bir tavır alacağı...

Farklı kültürler arasında, üstelik bazan binlerce yıl zaman farkına karşın bazı kelimelerin yalnız sessel değil anlam olarak ta benzerlikler taşıması söz konusu. Sizce ‘ana’ ‘baba’ gibi çok temel bazı kelimeler çok eskilerden bu güne gelmiş, bütün dünyaya yayılmış olabilir mi?

Bu soruyu sorduğum Holanda’lı bir arkadaşım kestirmeden ‘Yok öyle şey. Bu yalnızca bir ses benzerliği, bir tesadüf!’ demişti. Benim cevabım, ‘BİLEMEYİZ’. Bugün var olan, gücümüz dahilindeki imkanlarla, bunu ispat etmek hemen hemen mümkün değil. Ama hayat devam ediyor ve işlerimizi yürütebilmek için bir seçim yapabilir, ‘böyle bir ilişki var veya yok’ diye ‘İNANABİLİRİZ’. Yaptığımız seçimi bir hipotez olarak kabul edip doğruluğunu zaman içinde kontrol etmek imkanımız da var, bilim adamları gibi...


Halikarnas Balıkçısının eserlerinde sık sık referans gösterdiği İngiliz tarihçi J.B. BURY kabaca şöyle der:
‘Seyahate çıkar Roma’ya gidersem ve orada alman bir arkadaşıma tesadüf edersem bu anlamlı ve hoş bir tesadüf(contingency) olur. Oysa aynı gün daha başka çok sayıda insana da raslarım, onlarla karşılaşmam da tesadüftür ama bir değeri yoktur(coincidence). Tarihte bir çok önemli olay tesadüflere dayanır ama bunların bazıları değerli tesadüf(contingency)’dir. Örneğin, Napolyon’un başarıları sosyal ve ekonomik gerçeklere dayanmakla birlikte bir o kadar da Napolyon’un kişisel askeri yetenekleri yüksek bir kişi olması tesadüfüne bağlıdır.’



Avrupa’da ki ‘Anna’ kelimesinin Türkçe ve Hitit’çedeki ‘Ana’ kelimesine benzerliğini isterseniz salt bir tesadüf olarak görürsünüz isterseniz bu benzerlikten hoşlanır ve onu bir ‘contingency’ olarak değerlendirir, mutlu olursunuz[9].
-----------------------
Türk dil kurumu sözlüğünde ‘yaratmak’ kelimesinin anlamı:
1. -i, din b. (***) Allah, olmayan bir şeyi var etmek
"Allah, mutlaka dünyayı kullarına sevdirmek için baharı yaratmış olacaktı." - Ö. Seyfettin
2. nsz, mecaz Zekâ, düşünce ve hayal gücünden yararlanarak o zamana kadar görülmeyen yeni bir şey ortaya koymak, yapmak
"Bir cazibe yaratmak için ne yapmalı diye düşünüyorduk." - F. R. Atay
3. nsz, mecaz Olmasına, ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak
"Bu haber sinirli bir hava yarattı. Yangın büyük tehlike yarattı."


Merriam-Webster’de ‘create’ sözcüğünün anlamı:
Definition of CREATE

transitive verb

1: to bring into existence
2 a : to invest with a new form, office, or rank b : to produce or bring about by a course of action or behavior
3 : CAUSE, OCCASİON
4 a : to produce through imaginative skill b : DESİGN

intransitive verb

1 : to make or bring into existence something new
2 : to set up a scoring opportunity in basketball

Examples of CREATE
1. Several new government programs were created while she was governor.
2. The President has announced a plan to create new jobs.
3. the scientists who created the world's first atomic bomb
4. The machine creates a lot of noise.
5. It can be hard to create a balance between work and family.
6. She creates a friendly and welcoming atmosphere for her guests.
7. The advertisements are intended to create demand for the product.
8. I've been creating music for over 30 years.
9. She enjoys creating new dishes by combining unusual ingredients.

Origin of CREATE
Middle English, from Latin creatus, past participle of creare; akin to Latin crescere to grow — more at CRESCENT
First Known Use: 14th century


İngilizce’de
1-Tanrı yeri ve göğü yarattı. - iletken
2- Bir çok hükümet programı onun yönetici olduğu zamanda yaratıldı. – edilgen.
Yeni bir şeyin var edilişi hali için create kelimesinin edilgen kullanılması çok zarif bir yaklaşım.

Sorun bir şeyi yoktan var etmek yeteneğinin yalnız Yaratıcıya ait olup olmaması... Çünkü bu durumda, örneğin teknik bir konuda ders verirken bile ‘Bir x değişkenini yarattım’ demeniz pek doğru değerlendirilmeyebilir.

Sorun kişilerin nasıl bir Yaratıcıya İNANMASI ile de ilgili. Varlıkların dışında var olan ve evreni gözleyen bir Yaratıcı mı, ya da evrenin herşeyin başlangıcında var olup geleceği tasarlayıp kuran bir Yaratıcı mı, ya da var olan olacak olan bütün madde ve boşluk,ve onların dışında ki fizik ötesi, gelecek ve geçmişi kucaklayan bizim algılayamayacağımız ama belki hissedebileceğimiz bir bilinmeyen mi? Bu son anlayışın izlerini sık sık Mevlana’da görmek mümkün:


Gönlümdeki iç ve dış O’dur. Bende can O.
Gövdem damarım, ruhum O’dur. Bende kan O.
Tek Tanrı’ya çok tanrıya tapmak bir mi?
Bak, benzeri yok varlığımın: Var olan O[11].



Öyle ise örneğin bir bestecinin bir eser yaratması aslında Yaratıcının o bestecinin eli ile bir eser yaratması olarak değerlendirilebilir. Bir bakıma Yaratıcıyı oluşturan unsurlar ve bunlardan biri olan doğa bir değişime uğrar her yeni şey yaratıldığında... Bu yaklaşım da sorun, herşeyin birebir Yaratıcı tarafından mı belirlendiği, evrenin bu değişiminde rasgeleliğin yeri olup olmadığı... Bu konuya birazdan gelmek üzere şimdi yazının başlığını oluşturan soruya yönelelim.

Yaratanı yaratmak mümkün müdür? Bizim ailemiz Rumeli göçmenidir. Ailemizde babanın adını toruna vermek adettir. Baba babasının yani kendini ‘yaratan’ kişinin adını vererek bir bakıma kendini ‘yaratanı’ ‘yaratmış’ olur. Tabii bu basit ve bir bakıma çarpık bir düşünce... Ama derinlemesine düşünürseniz eğer... ‘Yaratanı anne babanızı severek onlar üzerinden seviniz[12]’ diyen müslüman inancı, yaratıcılığın atanabilirliğine, iletilebilirliğine işaret etmiyor mu acaba?

Kişiyi ‘yaratan’ sadece anne ve babası değil... Anne ve baba sadece yüzyıllar boyu yaşamış yüzlerce nesil insanın biyolojik özelliklerini, elini kolunu, saçının rengini kalıtım ile çocuklarına taşır. Kişiyi yaratan milyonlarca yıllık evrimin gizemidir belki de...

Kişiyi yaratan malesef yalnızca dışımızda bulunan sonsuz bir gizem de değil... Kişiyi anne babası, ailesi, eğitim gördüğü okullar ve parçası olduğu toplum da yaratır. Eğer herşey tamamıyla Yaratıcının kontrolünde olsaydı neden ‘Size Rabbinizden basiretler geldi. Artık kim görürse kendine, kim de körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinize muhafız değilim[11]’ der müslümanların kutsal kitabı?


Hiristiyanların kutsal kitabı İncil;
Luke 10 – 27, Bible, “Love the Lord your God with all your heart and with all your soul and with all your strength and with all your mind, and love your neighbor as yourself[12] .” der.


“Eğer herşey tamamıyla Yaratıcının kontrolünde olsaydı neden 2. Dünya savaşında bu kadar çok insan öldü?” İşte bu soru hala Avrupa insanının vicdanında kanayan bir yara. 20 yüzyıl Avrupa’sını anlamak bu soruyu sormadan mümkün olmaz...

20 yy sanatı dünya savaşlarının temelinde yatan azgınlaşmış romantik düşüncelere karşı tepki olarak gelişti. Kullanılan teknikler romantizmin tekniklerini kırıp yerine alternatifler bulmağa çalıştı. Ülkemizde ise toplumsal olgunluk hala romantizden öteye gidememekte... Oysa Avrupa kendini yaratıcı yerine koyan büyük liderlerin liderlik anlayışı yerine, yaratanı yaratmak yoluna gitmiştir.

20 yy sanatçısı ürünlerinde Wagner gibi kesin hatlar ve netlik yerine, hem kendilerine hem icracıya daha çok serbestlik veren yöntemler seçmişler, hatta bir takım sınırlar çizerek icracıyı o sınırlar içinde tamamen serbest bırakmışlardır. Böylece bestecinin yarattığı eser icracı tarafından yeniden yaratılmakta ve besteci yaratan mekanizmayı yaratmış olmakta...

20 yy teknolojisinde örneğin bilgisayarda program yazan programların yapılması, her türlü iş için geliştirilen araçlar, robotlu üretim, tıp ve biyoloji alanlarında fare sırtında insan kulağı yetiştirilmesi, hayvan klonlama, yaratıcılığın yeni bir yaratıcıya atanması olarak değerlendirilebilir.

Aslında 20yy’ın aşırı güçlü liderler yerine geliştirdiği demokrasi de benzer bir çözüm, toplumun yaratıcılığının seçilmiş kişi ve kurumlara atanması değilmidir?

Burada kavramlar biraz karışıyor. Yaratanı yaratmak, yaratanın bir aracı kullanarak bir başka şey yaratması, geçişken bir fiil... Öte yandan yaratılan herşey yaratıcıya ait, onun kalıtımsal bir parçası...

Dede bir insan, baba bir insan. Baba bir insan yarattığında o çocuk ta bir insan. Benzer şekilde içinde bulunduğumuz toplumda her birey ve hatta içinde bulunduğumuz dünyada taş, toprak, doğa herşey yaratıcının bir parçası, bir yansıması...

“Know that the world of created beings is like pure and clear water, reflecting the attribues of God. Their knowledge, justice and kindness reflect God’s like a heavenly star is reflected in running water. Earthly kings reflect God’s kingship. Scholars mirror the wisdom of God. People and nations may change as one generation replaces another; but the divine attributes are eternal. The water flowing in the stream changes many times, but the reflection of the moon and the stars in the water remain the same[13].”


Peki, bir kaç sorum daha var. Yaratıcı kendini yaratabilir mi? Yaratıcı zamanla değişebilir mi? Örneğin günümüzde sınırlı da olsa robot yapan robotlar var. Ama sanırım burada Yaratıcı olarak, kainatın Yaratıcısı olarak neyi algıladığımız ya da neye inandığımız önemli. Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul Üniversitesinin tarihi kapısından geçerek gidip görebileceğiniz türbesinde müslümanların kutsal kitabından alınıp yazıldığı gibi “Onlarsa Allahın dilediği kadarından başka, onun ilminden başka hiçbir şey kavrayamazlar[14].” Sorun ‘neyi bilmediğimizi bilmememizden’ kaynaklanıyor. Bu bilgiye ulaşmamız mümkün değil, ufuk çizgisi gibi biz yaklaştıkça uzaklaşıyor[15]. Bu durumda bir hipoteze, örneğin kainatın başlangıcındaki büyük patlamaya, var olan dinlerden birinin belirlediği bir açıklamaya ya da böyle bir yaratıcının hiç olmadığına İNANMAK durumundayız.

Eğer soyut olarak yaklaşırsak, kainatın var olan soyut bir düzen, süreç, varlık ya da bunların değişken bir bileşkesi olduğuna ve dünyamızın bunun bir yansıması olduğuna inanabiliriz. Bu durumda tüm dinler ve hatta geçmişte var olup sonra yok olmuş inançların hepsi bu yüce varlığın dolaylı-dolaysız ama kendince değerli bir yansıması olmaz mı? “Eğer Allah isteseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Lakin O size verdiği içinde sizi imtihan etmek için ayrı ayrı fırkalara böldü. Binaenaleyh hayırlı işler hususunda birbirinizle yarışın[16] .”
Uluslararası bir kuruluş olan EUROCONTROL’de çalışmış, Avrupa’nın hava trafik güvenliğine uygun görülen katkıda bulunmuş bir mühendis olarak, bence, gelmiş geçmiş ya da yaşıyan her bir insanı ayakta tutan, var olmuş ve olacak bütün dinler, büyü törenleri muskalar, idoller,bağımsız düşünceler, yaklaşımlar hepsi hepsi kıymetlidir, saygıdeğerdir.


Zorlukta insanı ayakta tutan inançtır.


Ali SARAL
Ora et Labora – Dua et ve çalış.
Referanslar:

[1,11] Mevlana Celaleddin Rumi, “Candan Cana, Mevlana Celaleddin Rumi’den Seçme Rubailer”, Türkçeleştiren: Talat HALMAN, Türkiye İş Bankası Yayınları, sayfa 17, 80.

[2,3,4] YOSHIDA, Daisuke, “Die Syntax des althethitischen substantivischen Genitivs”, Karl Winter – Universitaetsverlag, Heidelberg 1987, sayfa 14, 16, 32.

[5,6,7,8] Ani’s Papyrus, translation and transliteration, BUDGE, E.A. Wallis, The Egyptian Book of the Dead, Dover Books on Egypt, 1967, sayfa 7, 10, 19, 69.

[9] BURY, J.B., ‘Selected Essays of J.B. Bury’,Adolf M. Hakkert - Publisher, 1964

[10] Lokman Cüz 21 Sure 31 – 14: “Biz, insana anababasını (gözetmesini) tavsiye ettik... ‘Bana ve ananababana şükret. Dönüşün ancak banadır.’”, DAVUDOĞLU Ahmed, Kur’An-ı Kerim ve Türkçe Meali, Bahar Yayınları.

[11] El-en’am Cüz 7 Sure 6 – 104 “Size Rabbinizden basiretler geldi. Artık kim görürse kendine, kim de körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinize muhafız değilim.”, DAVUDOĞLU Ahmed, Kur’An-ı Kerim ve Türkçe Meali, Bahar Yayınları.

[12] Luke 10 – 27, Bible, “Love the Lord your God with all your heart and with all your soul and with all your strength and with all your mind, and love your neighbor as yourself.”

[13] Mevlana Celaleddin-i RUMI, Compiled by MABEY, Juliet, RUMI, A Spiritual Treasury, One World Publications, MASNAVI VI-3172-8, sayfa 49.

[14] El Bakara Cüz 2 Sure 2 - 255: “Onlarsa Allahın dilediği kadarından başka, onun ilminden başka hiçbir şey kavrayamazlar.”, DAVUDOĞLU Ahmed, Kur’An-ı Kerim ve Türkçe Meali, Bahar Yayınları.

[15] HEIDEGGER Martin, Discourse On Thinking, ‘Conversations On a Country Path About Thinking’, Harper Perennial, s.88.

[16] El-Maide Cüz 6 Sure 5 – 48: “Eğer Allah isteseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Lakin O size verdiği içinde sizi imtihan etmek için ayrı ayrı fırkalara böldü. Binaenaleyh hayırlı işler hususunda birbirinizle yarışın.”, DAVUDOĞLU Ahmed, Kur’An-ı Kerim ve Türkçe Meali, Bahar Yayınları.


Friday, May 18, 2012

Hayat ne kadar acımasız - Life is so rude...


Hayat ne kadar acımasız...

Life can be so rude...

La vie peut être si grossière


Kötü bir şeyin olması daha kötüsünün olmayacağını göstermez.
The fact that something bad has happened does not mean worse will not.

Le fait que quelque chose mauvaise s'est produit ne signifie pas que plus mauvais pas.


Karayiplerde bir uçak kazasında
In an airplane accident at the Caribbean Sea

Dans un accident d'avion à la mer des Caraïbes


uçak havada patlamış, insanlar yanmış,
the aircraft exploded, people got burned,

les avions ont éclaté, les gens obtiennent brûlés,


sonra çok yüksekten denize düşmüş,
then they fell down several meters into the sea,

alors ils sont tombés vers le bas plusieurs mètres dans la mer,


daha sonra da köpek balıkları tarafından yenmişti.
then they were eaten by the sharks.

alors ils ont été mangés par les requins.


Hayat ne kadar acımasız...
Life is so rude...

La vie est si grossière...


Öyle ise içinizdeki en iyiyi en kötü anda çıkartabilin,
So, may the best in you be able to come out at that moment,

Ainsi, peut le meilleur dans vous pouvoir sortir à ce moment,


tedbirli olun, esirgeyici olun!
be cautious, be vigil!

soyez prudent, soyez vigile !


Ali SARAL

EUROCONTROL (1992 - 1997)

Saturday, January 28, 2012

The Definition of Genocide

With my strong belief that any discussion of so called rights etc... should accompany due respect and compassion for the lives of beloved ones that faded a way in the turmoils caused by the games between Russion Csars' and Ottoman Kings'
egos. Alas today, both sides forget to acknowledge the value of human life in their striving for 'success'...

Ali R+ SARAL

The Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide (CPPCG) was adopted by the UN General Assembly on 9 December 1948 and came into effect on 12 January 1951 (Resolution 260 (III)). Article 2:

Any of the following acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious group, as such: killing members of the group; causing serious bodily or mental harm to members of the group; deliberately inflicting on the group conditions of life, calculated to bring about its physical destruction in whole or in part; imposing measures intended to prevent births within the group; [and] forcibly transferring children of the group to another group. (Article 2 CPPCG)

La convention sur la prévention et la punition du crime du génocide (CPPCG) a été adoptée par l'Assemblée générale de l'ONU le 9 décembre 1948 et a entré en vigueur le 12 janvier 1951 (résolution 260 (iii)). Article 2 :

Actes suivants l'uns des commis avec l'intention pour détruire, entièrement ou partiellement, a national, ethnique, racial ou religieux groupe, en tant que tel : membres de massacre du groupe ; entraînant le mal corporel ou mental sérieux aux membres du groupe ; délibérément infligeant sur les conditions de groupe de la vie, calculés pour provoquer sa destruction physique entièrement ou partiellement ; les mesures imposantes ont prévu pour empêcher des naissances chez le groupe ; [et] enfants de force de transfert du groupe à un autre groupe.

1948’de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin (SSECS) 2. maddesi soykırımı “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; [ve] çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.” şeklinde tanımlar.[1]